Murat Bardakçı nın hazırladığı ve Yaprak Sayar ın şarkıları ile eşlik ettiği Tarihin Arka Odasında bu haftanın konusu Kabe. Cumartesi gecesi kaçırmayın.
3
Yorum Yap:
Adsız
dedi ki...
kabeyi sel bastığı zaman uhud savaşının olduğu yerlerdeki şehitler toprak üsütne çıkmış diyiliyor şehit oldukları gün gibi duruyorlarmış doğrumu acaba ? serdar Hatunoğlu
Kâbe Mekke' dedir, Uhud savaşının olduğu yer ise Medine' ye yakın, Uhud dağının eteklerindedir. Bu tip efsanevî haberlere fazla meyletmemek gerekir. Şehitler toprak üstüne çıkmamıştır, bunlar efsaneleştirilmiş asılsız haberlerdir. Bir bedenin toprak altında çürüyüp gitmesi veya bozulmadan kalması da Rahmân' ın elindedir, o dilediğini korur. Bunda şaşılacak, efsaneleştirecek birşey yoktur. Saygılar.
Mardin'de yaşanan trajedi, iki Kürt dünyasının varlığını gözler önüne serdi.
Bunlardan birisi Kürt özgürlük hareketinin yarattığı 'toplumsal yaşam devriminin' egemen olduğu Kürt dünyası. Bu 'toplumsal yaşam devriminin' merkezinde özgür kadın var. Kendisine egemenlik misyonu verilmiş olan Kürt erkeği, Kürt özgürlük hareketinin saflarında kendini tanıma fırsatı buldukça, 'toplumsal yaşam devriminde' manevi öncülük yapan kadının anlamını da kavramaya başladı.
Bu devrimin yaşandığı kentlerde, ilçelerde, köylerde, kadınlar bütün toplumsal, politik yaşamın ön sırasında yer aldılar. Kendi içlerinden parlamentoya vekillerini gönderdiler. Yerel yönetimlerin başına kendi hemcinslerini gerçek bir bilinç sıçraması yaparak getirdiler. Kadınlar feodal, ataerkil zincirleri kırıyorlar. Çıplak granit kayaların dibinde, ölüme bir adım mesafede vicdanı gülen kadın, elinde silahla bir köye girip ilkel bir öç alma duygusuyla düşmanını bile kırıp geçirmez.
Öteki Kürt dünyasında ise kırıp geçirir... Kadınlar değil. Kadınları kırıp geçirir. Çocukları da. Kürdün uygar ve devrimci dünyasında çocuklar devletin adamları tarafından devlet silahıyla öldürülür. Kürdün ilkel dünyasında eline silah verilen Kürt erkeği kendi çocuğunu öldürür.
Bu erkek, devletin 'korucular ordusu'nda görevlidir. Eline uzun namlulu silah verilmiştir. Bu 'korucular ordusuna' tek bir Kürt kadını yazılmamıştır. Bu 'ordu' bir erkekler ordusudur. Silahlıdır. Öldürme eğitiminden tam not almıştır. Ama o silahı sağ omuzuna alır, tetiği çeker, gelgelelim, gez, göz, arpacığa bakan onun gözü değildir. Kördür. Onun yerine devlet hedefi nişanlar. O tetiği çeker. Namludan çıkan merminin kendi ruhunu vurduğundan haberi bile yoktur. Çünkü 'egemenlik' ruhu öldürür. Öteki Kürt dünyasında 'ölü ruhlar' ellerinde silah dolaşırlar. Gidip bir köyde onlarca kadını, çocuğu, erkeği yok ederler.
Bu Kürt dünyasında kadın kendi evinin mahpusunda mahkum edilmiştir. Nicesi ölmeden mezara konmuştur. 'Korucu köyünde' kadın olmak dünyanın zulmünü yüklenmektir. Oranın kadınları toplumsal, politik yaşamda yokturlar. Gizlenmişlerdir sanki. Devletten haberleri yoktur. Çünkü devlet adına her evde bir 'devlet' olarak eline silah verilmiş, beline bomba takılmış, ruhu öldürülmüş, insan kanı koklamaya tiryaki kılınmış bir takım erkekler vardır. Bunların zulmü devlet zulmünden beterdir. Kadını ezer, sonra döner, o kadınla çocuğunu öldürür.
Durum böyleden böyledir.
Durum böyleden böyledir de, bu adamların ellerine silah veren, bellerine bombalar takan devletin Başbakan'ı, TBMM Grup Toplantısında 'töreden' bahsetmektedir. 'Kürdün töresi'ni katliamın nedeni saymaya kalkışmaktadır. Birinci dünyayı 'terör' sayanın, ikinci dünyayı 'töre' ile anması doğal. Bu töre uygar Kürt dünyasında işlemez. İlkel Kürt dünyasını kana bular. Çünkü bu 'töre' değildir.
İşin aslı şu: Kürt özgürlük hareketi, DTP'liler, sayısı bilinmeyen kan davalarının taraflarını kardeşleştiren Selim Sadaklar, Leyla Zanalar, Aysel Tuğluklar, Sabahat Tunceller kendi toplumlarında bir yaşam devrimi yaratıyorlar. Yeni bir Kürt dünyası kuruyorlar.
Devletin başındakiler ise, bir takım adamları silahlandırıp, bu dünyayı yıkmaya gönderiyor. Onlar da önce kendi dünyalarını kana buluyorlar.
Kürt coğrafyası tastamam böyle ikiye bölünmüş. İki dünyaya ayrılmış. Kürt dünyasının birinde kadınlı, erkekli insanlar yepyeni bir yaşama kan revan içinde, baskılara, yasaklara, ölümlere basa basa yürüyor. Öfkelerinden bile neşe ve iyimserlik fışkırıyor.
Öteki Kürt dünyası ise, kirli nefeslerle gülerken bile ağlıyor, sevinirken nefret saçıyor.
Birinci dünyadan devletin başları nefret ediyor. Bu dünyanın bedenini yok ediyor.
İkinci dünyayı ise silahlandırıyor. Ve onun ruhunu öldürüyor.
Korucu ordusunun erkekleri! Ellerinizdeki silahları fırlatıp atın. Analarınızın elini, kız kardeşlerinizin alnını öpün, bütün kadınların önünde dize gelin ve insanlaşma yolunda yürüyeceğinize yemin edin. Bu kan başka türlü yıkanmaz çünkü.
3 Yorum Yap:
kabeyi sel bastığı zaman uhud savaşının olduğu yerlerdeki şehitler toprak üsütne çıkmış diyiliyor şehit oldukları gün gibi duruyorlarmış doğrumu acaba ? serdar Hatunoğlu
Kâbe Mekke' dedir, Uhud savaşının olduğu yer ise Medine' ye yakın, Uhud dağının eteklerindedir. Bu tip efsanevî haberlere fazla meyletmemek gerekir. Şehitler toprak üstüne çıkmamıştır, bunlar efsaneleştirilmiş asılsız haberlerdir. Bir bedenin toprak altında çürüyüp gitmesi veya bozulmadan kalması da Rahmân' ın elindedir, o dilediğini korur. Bunda şaşılacak, efsaneleştirecek birşey yoktur. Saygılar.
İki Kürt Dünyası
Mardin'de yaşanan trajedi, iki Kürt dünyasının varlığını gözler önüne serdi.
Bunlardan birisi Kürt özgürlük hareketinin yarattığı 'toplumsal yaşam devriminin' egemen olduğu Kürt dünyası. Bu 'toplumsal yaşam devriminin' merkezinde özgür kadın var. Kendisine egemenlik misyonu verilmiş olan Kürt erkeği, Kürt özgürlük hareketinin saflarında kendini tanıma fırsatı buldukça, 'toplumsal yaşam devriminde' manevi öncülük yapan kadının anlamını da kavramaya başladı.
Bu devrimin yaşandığı kentlerde, ilçelerde, köylerde, kadınlar bütün toplumsal, politik yaşamın ön sırasında yer aldılar. Kendi içlerinden parlamentoya vekillerini gönderdiler. Yerel yönetimlerin başına kendi hemcinslerini gerçek bir bilinç sıçraması yaparak getirdiler. Kadınlar feodal, ataerkil zincirleri kırıyorlar. Çıplak granit kayaların dibinde, ölüme bir adım mesafede vicdanı gülen kadın, elinde silahla bir köye girip ilkel bir öç alma duygusuyla düşmanını bile kırıp geçirmez.
Öteki Kürt dünyasında ise kırıp geçirir... Kadınlar değil. Kadınları kırıp geçirir. Çocukları da. Kürdün uygar ve devrimci dünyasında çocuklar devletin adamları tarafından devlet silahıyla öldürülür. Kürdün ilkel dünyasında eline silah verilen Kürt erkeği kendi çocuğunu öldürür.
Bu erkek, devletin 'korucular ordusu'nda görevlidir. Eline uzun namlulu silah verilmiştir. Bu 'korucular ordusuna' tek bir Kürt kadını yazılmamıştır. Bu 'ordu' bir erkekler ordusudur. Silahlıdır. Öldürme eğitiminden tam not almıştır. Ama o silahı sağ omuzuna alır, tetiği çeker, gelgelelim, gez, göz, arpacığa bakan onun gözü değildir. Kördür. Onun yerine devlet hedefi nişanlar. O tetiği çeker. Namludan çıkan merminin kendi ruhunu vurduğundan haberi bile yoktur. Çünkü 'egemenlik' ruhu öldürür. Öteki Kürt dünyasında 'ölü ruhlar' ellerinde silah dolaşırlar. Gidip bir köyde onlarca kadını, çocuğu, erkeği yok ederler.
Bu Kürt dünyasında kadın kendi evinin mahpusunda mahkum edilmiştir. Nicesi ölmeden mezara konmuştur. 'Korucu köyünde' kadın olmak dünyanın zulmünü yüklenmektir. Oranın kadınları toplumsal, politik yaşamda yokturlar. Gizlenmişlerdir sanki. Devletten haberleri yoktur. Çünkü devlet adına her evde bir 'devlet' olarak eline silah verilmiş, beline bomba takılmış, ruhu öldürülmüş, insan kanı koklamaya tiryaki kılınmış bir takım erkekler vardır. Bunların zulmü devlet zulmünden beterdir. Kadını ezer, sonra döner, o kadınla çocuğunu öldürür.
Durum böyleden böyledir.
Durum böyleden böyledir de, bu adamların ellerine silah veren, bellerine bombalar takan devletin Başbakan'ı, TBMM Grup Toplantısında 'töreden' bahsetmektedir. 'Kürdün töresi'ni katliamın nedeni saymaya kalkışmaktadır. Birinci dünyayı 'terör' sayanın, ikinci dünyayı 'töre' ile anması doğal. Bu töre uygar Kürt dünyasında işlemez. İlkel Kürt dünyasını kana bular. Çünkü bu 'töre' değildir.
İşin aslı şu: Kürt özgürlük hareketi, DTP'liler, sayısı bilinmeyen kan davalarının taraflarını kardeşleştiren Selim Sadaklar, Leyla Zanalar, Aysel Tuğluklar, Sabahat Tunceller kendi toplumlarında bir yaşam devrimi yaratıyorlar. Yeni bir Kürt dünyası kuruyorlar.
Devletin başındakiler ise, bir takım adamları silahlandırıp, bu dünyayı yıkmaya gönderiyor. Onlar da önce kendi dünyalarını kana buluyorlar.
Kürt coğrafyası tastamam böyle ikiye bölünmüş. İki dünyaya ayrılmış. Kürt dünyasının birinde kadınlı, erkekli insanlar yepyeni bir yaşama kan revan içinde, baskılara, yasaklara, ölümlere basa basa yürüyor. Öfkelerinden bile neşe ve iyimserlik fışkırıyor.
Öteki Kürt dünyası ise, kirli nefeslerle gülerken bile ağlıyor, sevinirken nefret saçıyor.
Birinci dünyadan devletin başları nefret ediyor. Bu dünyanın bedenini yok ediyor.
İkinci dünyayı ise silahlandırıyor. Ve onun ruhunu öldürüyor.
Korucu ordusunun erkekleri! Ellerinizdeki silahları fırlatıp atın. Analarınızın elini, kız kardeşlerinizin alnını öpün, bütün kadınların önünde dize gelin ve insanlaşma yolunda yürüyeceğinize yemin edin. Bu kan başka türlü yıkanmaz çünkü.
Yorum Gönder